“Milliyetçilik Yükselirken İşyeri Mücadeleleri ve İşçi Sınıfının Rolü” forumu raporu

30 Haziran gecesi Kayseri’de başlayan ve kısa sürede İstanbul, Bursa, Konya, Hatay, Antep ve Antalya gibi illere sıçrayan Suriyeli göçmenlere yönelik pogrom göçmen ve yabancı düşmanlığındaki artışın nelere neden olabileceğini bir kez daha gösterdi. Saldırılar sosyal medya başta olmak üzere çeşitli mecralarda ırkçı kişi ve örgütlerin kışkırtması ve devletin göz yumması ile gerçekleştiyse de, bunlar milliyetçiliğin yükselmesi sayesinde yaşandı. Ekonomik kriz giderek derinleşirken, Mehmet Şimşek’in başına getirildiği ekonomi politikalarıyla sermaye lehine yasalar bir bir çıkartılırken, patronların milliyetçilik zehriyle birbirine düşmanlaşmamızdan, enerjimizin ve öfkemizin başka gündemlere yönlendirilmesinden memnuniyet duyacakları açık.

Bu koşullarda milliyetçilik ve şovenizmle mücadelenin tarihsel ve temel öneme sahip bir görev olduğu düşüncesiyle, konuyu kamusal bir zeminde tartışmak için 16 Temmuz 2024 tarihinde Ankara’da  Milliyetçilik Yükselirken İşyeri Mücadeleleri ve İşçi Sınıfının Rolü başlığıyla forum gerçekleştirdik. Forumun ilk oturumunda yaşadığımızın sorunun ne olduğu ve nereden kaynaklandığı üzerine konuşuldu. Milliyetçiliğin  düzenin sacayaklarından biri, egemenlerin işçi sınıfını birbirine düşürmek ve yönetmek için kullandığı elverişli bir araç olduğu, milli çıkarların temelde egemen sınıfın çıkarları olduğu ifade edildi. Meselenin sadece ırkçılık olmadığı, milliyetçiliğin kendisinin sermaye iktidarının ve dolayısıyla sömürünün sürdürülmesinin bir koşulu olduğu vurgulandı. Göçmen işçilerin özgün sorunlarını görmeden sınıf mücadelesi verilemeyeceği, bu sorunların yok sayıldığı koşullarda sınıfın birliğinin sağlanamayacağı, dolayısıyla yalnızca işyerlerinde yalnızca ekonomik zeminde bir mücadele verilemeyeceği ifade edildi.

Milliyetçiliklerin karşılıklı olarak birbirini beslediği, egemen ulusların milliyetçiliğinin yükselmesinin, özellikle göçmenlerin kendi içlerine kapanmasına ve karşıt bir milliyetçi tepkiye neden olduğu, 60’li yıllarda Almanya’ya Türkiye’den işçi olarak gidenlerin durumunun bunun bir örneği olduğu ifade edildi. Bu argüman karşısında, halk mücadelesi ile karşı milliyetçiliği ayırmak gerektiği, halk mücadelesinin özgürlükçü bir yerde de durabileceği, Suriyeli ve Afgan göçmenlerin savaştan kaçtıkları, 1960’lı yıllarda Türkiye’den Almanya’ya göç edenlerden daha güvencesiz  olduğu, ezilen ulusların milliyetçi refleksleri olabildiği ama bunları ezen ulus milliyetçiliğiyle eşitlememek gerektiği. argümanları ifade edildi. Ayrıca ulusal kimlik yaratımının benzer tarihsel momentleri olmakla birlikte farkları olabileceği, Türk milliyetçiliğinin yaratılması Arap düşmanlığı, Kürt düşmanlığı gibi noktalardan beslendiği söylendi.

Diğer bir tartışma konusu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına sahip olanlar olarak imtiyazlı bir konumda olabileceğimizin farkında olarak ve bu konumu sorgulayarak hareket etmemiz gerektiği argümanı ile ilgili oldu.  Bugün Suriyeli veya Afgan bir işçi için işyerinde mücadele vermenin tehlikeli olabileceği, söylem kurmanın yeterli olmadığı, göçmen işçilere bu yönüyle zemin açmak gerektiği ifade edildi. Bu konuda diğer bir argüman göçmen olmayan işçilerin de burada sömürüldüğü, imtiyazlı durumunu görmesi gerekenlerin örgütlü  ve politik işçiler olduğu, dolayısıyla sorunun bizden kaynaklandığı oldu. Ayrıca vatandaşlığın önemli bir kriter olduğu ama vatandaşlar arasında da ulusal aidiyet bağlamında farklılıklar olduğu, örneğin Türk ve Kürt işçiler arasında da ayrım olduğu ifade edildi. Bu konuda son olarak imtiyazdan kastın ne olduğu sorusu dillendirildi.” Türkiye Cumhuriyet vatandaşı olan bir işçiye birlikte mücadele etmemiz gerekiyor derken, “Senin imtiyazların var, bunların farkında ol ve bunlardan vazgeç” demek etkili bir yöntem mi? Ortak bir mücadele bu şekilde oluşturulabilir mi? Bunun yerine çıkarlarının kendi ulusundan egemen sınıfla ortak olmadığını anlatmak daha etkili bir yöntem değil mi?” soruları soruldu.

İkinci oturumda, milliyetçiliğin yükselişine karşı somut öneriler üzerine konuşuldu. Sömürünün devam edebilmesi için, işçi sınıfının geniş kesimlerinin ulusal çıkarlara sahip olduğuna ikna edilmiş olmaları gerektiği, bu yüzden çocukluktan itibaren milliyetçilik propagandası yapıldığı, bunun için milliyetçilik karşıtı bir propagandaya ihtiyaç olduğu ifade edildi.

Milliyetçiliğin sınıfsal birliği ve dayanışmayı zayıflattığı, buna karşın sınıfsal mücadelenin yükseldiği dönemlerde  işçilerin sermayeyle ve ulusal birliğin garantisi olarak gördükleri devletle karşı karşıya gelmeleri sebebiyle milliyetçi propagandanın etkisinden kurtulmaya daha açık hale geldikleri söylendi. Buna karşı bu durumun yeterli olmadığı, işçilerin mücadele ettikleri dönemde dönüşüme daha açık olsalar da çoğu zaman sonrasında tekrar milliyetçi reflekslerle hareket etmeye devam ettikleri, mücadelenin yükseldiği dönemlerinin propaganda için uygun bir ortam yarattığı, işçilere öğretilenin milliyetçilik olduğu, bizim görevimizin bunu değiştirmeye çalışmak olduğu ifade edildi.

Egemen ulusa mensup bir işçinin, onun göçmen işçiye göre imtiyazlara sahip olduğunu söylemekten ziyade İşçiler olarak çıkarlarımızın ortak olduğu, kendi ulusumuzdan patronlarla ortak çıkarlara sahip olmadığımızı söyleyerek ikna edilebileceği söylendi. Buna karşın kısa vadeli ortak çıkarların her zaman aynı olarak görülmeyebileceği, sınıf dayanışması temelinde bir ahlak anlayışının propagandasının yapılması gerektiği, bu koşullarda sadece işyeri ile sınırlı olmayacak bir dönüşüm olabileceği ifade edildi.

İşçi sınıfı içinde milliyetçiliğin etkisini azaltmak için çeşitli araç ve biçimlerde milliyetçilik karşıtı propaganda yapmak, işçiler olarak çıkarlarımızın ortak olduğu, kendi ulusumuzdan patronlarla ortak çıkarlara sahip olmadığımızı vurgulamak gerektiği, öte yandan milliyetçilik karşıtı propagandanın önemli bir unsurunun milliyetçiliğin dayandığı mit ve hurafelere saldırmak olduğu konuşuldu. Öte yandan propagandanın yeterli olmadığı, etki alanımızın sınırlı olduğu, her alanda sınıf hareketini yükseltmeye çalışmak, işyerlerinde birlikler temelinde örgütlenmek, ortaya çıkan mücadeleleri desteklemek, büyütmek, yaygınlaştırmak için çaba çaba harcamak gerektiği, bu şekilde ikili bir mücadele hattına ihtiyaç olduğu ifade edildi. Ayrıca göçmen işçilere yönelik, onları destekleyecek araç ve mekanizmalar oluşturulması, bu konuda özel olarak çalışılması gerektiği söylendi. Çalıştığımız işyerlerinde insanları ikna edebilmenin yolu güçlü kişisel ilişkiler kurabilmekten geçtiği, üstten bir şekilde yapılan propagandanın bir karşılığı olmadığı, bunun izole olmamız neden olduğu, bunun için kişisel ilişkiler kurmanın, güven vermenin ve dayanışma ilişkileri geliştirmenin önemli olduğu, özellikle göçmen işçilerle dayanışmanın hayati olduğu çünkü çalıştığımız işyerinde göçmen işçilerin tek müttefikinin çoğu zaman yalnızca bizler olduğumuz ifade edildi.

Forumda belirli başlıklarda, tartışmalar ve farklı eğilimler olmakla birlikte, özellikle milliyetçi histerinin yükseldiği böylesi dönemlerde, çeşitli araçlarla ve olabildiğince yaygın bir biçimde milliyetçilik karşıtı bir propagandaya ihtiyaç olduğu konusunda görüş birliğine varıldı. İşyerlerimizde ve bulunduğumuz tüm alanlarda yükselen milliyetçiliğe karşı mücadelenin gerekliliğini teyit ettiğimiz, bunun yöntemlerini tartıştığımız foruma katılan tüm dost ve yoldaşlara teşekkür ediyoruz.

İşçi Birlikleri