Kadınlar olarak, doğduğumuz andan itibaren, patriyarka yaşamımızın her anında ve her alanında karşımıza çıkıyor. Çalışan kadınlar olarak patriyarkanın etkisini hissettiğimiz alanların başında işyerleri geliyor. İş ararken, iş görüşmesi yaparken veya çalışırken eşitsizlik suratımıza her gün tokat gibi çarpıyor. Sorunlarımız çalıştığımız işkoluna ve konumumuza göre farklılık gösterse de, hangi iş kolunda çalışırsak çalışalım, yaşımız, eğitimimiz, becerimiz ne olursa olsun çalışma yaşamına da eşitsiz koşullarda dahil oluyoruz. İş bulmak, ücret, çalışma koşulları, terfi vb. konularda erkeklerden dezavantajlı konumdayız. Dolayısıyla yaşamın her alanında patriyarkayla karşı karşıya kalsak ve mücadele etmek zorunda olsak da, yaşamlarımızın büyük çoğunluğunu geçirdiğimiz işyerlerinde patriyarkanın nasıl işlediği ve buna karşı nasıl mücadele edebileceğimizle ilgili düşünmek zorundayız.
Kadın hareketinin onlarca yıldır dünya çapında sürdürdüğü mücadele, bugün kadınların çalışma yaşamında daha fazla yer almasını sağlamıştır. Uzunca bir süre kamusal alan, erkeklere tahsis edilmiş bir mekan olarak görülmüş ve kadınların bu hayata dahil olması kısıtlanmıştır. Kadınların kapitalist üretim sürecine katılımıyla, kamusal alanda görünürlükleri artmıştır. Bu kadınların emeğinin patronlar tarafından sömürülmesi anlamına gelse de, kadın mücadelesi tarihinde önemli bir yer tutmaktadır. Ancak kapitalist üretim sürecinin kendisi işçiler için birçok baskı ve eşitsizlik biçimi yaratmışken, bu sürece katılım da kadınlar için eşit şartlarda ilerlememiş ve cinsiyet temelli ayrımcılıklardan azade olmamıştır. İşyerinde LGBTİ+ düşmanlığı ve bununla nasıl mücadele edebileceğimize ilişkin önerilerimiz için “İşyerinde LGBTİ+ düşmanlığıyla mücadele” yazımıza ve ulusal ayrımcılıkların işyerlerine yansıması ve bunlarla nasıl başa çıkabileceğimiz konusunda “İşyerlerinde milliyetçilikle mücadele” yazımıza bakabilirsiniz.
Çalışan kadınların karşılıksız olan ev içi emeğinden erkekler doğrudan yararlanıyorlarsa da, dolaylı biçimde erkeklerin patronları da faydalanmaktadırlar. Çünkü kadınlar evin işlerini yaparak erkek işçilerin daha fazla çalışmasını ve kendini yeniden üretebilmesini sağlayacak zamanı sağlamaktadır. Öte yandan patriyarka nedeniyle kadının emeği erkeklerden daha değersiz kabul edilmekte, dolayısıyla patronlar kadınları daha ucuza ve daha kötü koşullarda çalıştırabilmektedir.
İş koşullarındaki eşitsizlik işyerinde karşılaştığımız sorunların başında gelmektedir. Ancak sorunlarımız bundan ibaret değildir. Kocalarının veya babalarının baskıları bir yana ev işleri ve çocukların bakımı çoğu zaman kadınların sırtında olduğu için çocukların doğumundan sonra, belirli bir yaşa gelene kadar kadınların çoğu çalışamaz. Ve yeniden işe başlamaya karar verdiklerinde, bu bir dezavantaja dönüşür. Öte yandan çalışırken de çocukların bakımı kadınların sırtına yıkılmış bir sorumluluktur. Bu nedenle özellikle büyük işyerlerinde kreş talebi mücadelenin önemli ayaklarından biridir. Öte yandan her gün kadınlar patronlarının, yöneticilerinin ve iş arkadaşlarının tacizine, fiziksel veya psikolojik şiddetine yada mobbinge maruz kalmaktadır. Bunlar rastlantısal veya keyfi değildir, patriyarkal sömürü ve baskıyı sürdürmek için sistematik biçimde kullanılan mekanizmalardır.
Terfi süreçlerinde de kadınlar her zaman erkeklere göre dezavantajlı durumdadır. Zaten çoğu zaman başından beri erkek olan yöneticiler hemcinslerini kayırırlar ve bu bir gelenek olarak sürer. İşyerinde yönetici olmuş bir kadının konumunu korumasının koşullarından biri de, diğer yöneticilik görevlerinin yanı sıra, cinsiyete dayalı adı konulmamış kurallara ve ayrımcılığa razı olması, hatta çoğu zaman onun devamı için çaba harcamasıdır. İşyerlerinde yöneticimizin, şefimizin ve hatta bizimle aynı konumda olan erkek iş arkadaşımızın bizden görevimiz olmayan bir şeyi yapmamızı istemesi de çok olağandır. Ya da bir kafede, restoranda veya perakende mağazasında çalışıyorsak bizi taciz eden bir erkek müşteriye bile gülümsememiz beklenebilir. Bu sorunlar bireysel değildir, patriyarka ve kapitalizmin sonuçlarıdır.
İşyerlerinde tüm baskı biçimlerini gözeterek mücadele etmek, erkekleri “ayrıcalıklı” kılan ve bu ayrıcalıkları korumak adına her türlü kalıba giren bir iktidar sistemi olan patriyarkanın eleştirisini ve ona karşı mücadeleyi gerektirir. Kapitalist sömürü koşullarına karşı mücadele etmenin yanı sıra, kadınların hayatının her alanına sirayet etmiş patriyarkal pratiklere karşı direnmek de işyeri mücadelesi için elzemdir.
Kadınların örgütlü mücadelesi sonucunda kamusal alanda daha etkin bir varlık sürdürebilmesi, maalesef omuzlarındaki yükü hafifletmemiştir. Erkeklerle eşit işi yapsalar dahi emek yoğunlukları erkeklerden her zaman fazla olmuştur. Örneğin ücretsiz ev içi emek hala çoğu kadını kapsayan bir sömürü türüdür. Kadınların maruz kaldığı bu ikili iş yükü, çoğu kadını kamusal hayatın dışına iten etkenlerden ve kadınların örgütlenmesinin önündeki engellerden biridir. Bu nedenle, işyerlerindeki birlikler, kapitalizmin yol açtığı eşitsizlik düzenine karşı mücadele etmekle kalmayıp aynı zamanda patriyarkanın yarattığı eşitsizlikleri de gözeterek şekillenmelidir.
İşyerlerindeki hiyerarşi ve tahakküm, patronların uyguladığı mobbing, taciz, hakaret, görmezden gelme ve küçümseme gibi davranışların normalleştirilmesine zemin hazırlar. Bu sistematik baskılar genellikle, güçsüz ve örgütsüz olarak görülen kadınlar üzerinde yoğun bir şekilde tezahür eder. Toplumsal ilişkilerin patriyarka ve kapitalizm işbirliğiyle yaratılması, egemenin davranışlarına kodlanır ve kişileri toplumsal ilişkilerin ardındaki bu mantıkla uyumlu düşünmeye iter: Güçsüzdürler çünkü “doğanın kanunu” böyledir, örgütsüzdürler çünkü birbirlerinin dedikodusunu yaptıkları için ortaklaşamazlar.
Kadınların baskılanması, patronların tüm işgücünü kendi kârları doğrultusunda yönetmelerine de imkan sağlar. Bu durum, kadın yoksulluğunun sebeplerinden biridir. Sermaye, ek iş gücüne ihtiyaç duyduğunda, erkeklerden daha az ücret ödedikleri için kadınlara öncelik verebilirler. Fakat bu ihtiyaç önemini yitirdiğinde onları eve, “kadının bakımına ihtiyaç duyan, kocasının ve çocuğunun” yanına gönderirler. Bu eşitsizliğin bir başka örneği de, ekonomik kriz dönemlerinde kendini gösterir. Böylesi dönemlerde kadınlar, işten çıkarılacaklar arasında öncelikli hedef, işgücü piyasasında kullanılıp, sonra atılabilir yedek işgücü olarak görülürler.
Sonuç olarak, kadınlar olarak işyerlerinde yaşadığımız özgün sorunlar vardır ve bu sorunlara karşı, bazı zamanlarda farklı mücadele yöntemleri geliştirmemiz gerekir. Örneğin işyerlerinde tacize, ayrımcılığa veya mobbinge uğrayan bir kadın arkadaşımızın yanında olduğumuzu gösterebilir, bu fiilleri işleyen bir işçiyse, onun ve ona destek olanların izole edilmesini sağlayabiliriz. Eğer bunu patron veya bir yönetici yaptıysa, kolektif gücümüz daha fazlasını yapmaya yetmiyorsa bile en azından, faille yüzleşebilir, saldırının muhatabı olan kadın arkadaşımızın yanında olduğumuzu gösterebiliriz. Kadın çalışanlara yönelik ayrımcı uygulamaları tespit edip, bunların sona ermesi için yöntemler belirleyebiliriz. Ancak her halükarda sorunlarımıza karşı, kadın çalışanlar olarak birlikte hareket etmemiz, birbirimizle dayanışma içinde olmamız çok önemlidir. İşyerindeki cinsiyet ayrımcılığından kaynaklanan sorunlarımızı ve bunlara karşı mücadele yöntemlerini birlikte belirlemeliyiz. Bununla birlikte bu taleplerin işyerindeki birliğin genel talepleri haline gelmesini sağlamalıyız.